DOLAR 41,4985 0,23%
EURO 48,4287 0,44%
ALTIN 5.011,150,22
BITCOIN 4526838-2,21%
Ankara
18°

PARÇALI AZ BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Namık Tan yazdı: Vaşington’da müttefik değil müşteri olmak

Namık Tan yazdı: Vaşington’da müttefik değil müşteri olmak

ABONE OL
26 Eylül 2025 12:00
Namık Tan yazdı: Vaşington’da müttefik değil müşteri olmak
2

BEĞENDİM

ABONE OL

Sorulması gereken; bölgede ve İsrail’de kimin borusunun öteceği, kimden çekinileceği? Pekâlâ, Türkiye kimin ve neyin yanında yer alır: İlkelerin, değerlerin, Filistinli Müslüman kardeşlerinin yanında mı? Yoksa paranın, gücün, Trump’ın yanında mı? Tanık sizlersiniz. Sorunun yanıtını zihinlerinde herkes kendi verebilir

trump- erdoğan

Donald Trump ve Recep Tayyip Erdoğan

Dünya artan ivmeyle değişiyor. Hatta değişmiyor bir çağ sonu dönemi, belki bir kökten alt-üst oluş yaşıyor. Baskın anlatı bu yönde. Bizim buradan bakışla ve özellikle çeyrek yüzyıla varan Erdoğan iktidarında Türkiye’nin dış politikası aynı mı kalsın, kalmalı? Kabaca, ama iktidar ve muhalefet cenahından bize, CHP’ye yöneltilen soru da bu.

Dış politika üzerine söz söylenecekse gözlerin 360 derece ufuk çizgisinde olması ancak ayaklarınsa mutlaka sıkı sıkı Ankara’ya basması gerektiğini söyleyegeldim. Maksat dünyanın ahval ve gidişatı üzerine en derinlikli çözümlemeyi yapmak, en çarpıcı, akılda kalıcı cümleleri kurmak değil. Maksat yedi düvele nizam vermeye kalkmak da değil. Maksat Cumhuriyetin çıkarlarını kısıtlı kaynaklar en etkin biçimde kullanılarak ve kamu yararını gözeterek korumak.

Her yıl yapılan ve geçtiğimiz haftaki gibi haber değeri taşıyan gelişmelere de nadiren de olsa sahne olabilen BM Genel Kurulu bu tür iddia ve sorular üzerine akıl yürütmek için uygun bir zemin sağlıyor. Öyleyse, önce kısaca BM’de yaşananları ve peşine gerçekleşen Erdoğan’ın Vaşington ziyaretinin içeriğini birlikte gözden geçirelim.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron Filistin’i tanırken hakikaten etkileyici ve dengeli bir konuşma yaptı. İçerik açısından da uluslararası barış gücü, yeniden inşa ve özellikle Filistin devletinin egemenliği boyutlarıyla da ortaya “altı dolu” bir iddia koyabildi. Buna karşılık konferans salonunun ortasındaki fil boş duran ABD koltuklarıydı. Ramallah’ta da BM’den gelen tanınma haberini ancak birkaç yüz kişinin sokağa çıkmasıyla kutlanmaya değer bulundu.

Bizim açımızdan ise, aslında “mevzu” Dolmabahçe’de boğazın ışıltılı sularına bakılarak önceden tatlıya bağlanmıştı. Öyle ki, mahdum Trump’la mütecessis nazarlardan uzak yapılan o baş başa görüşme sonrasında ortada “ikili gündem” kalmamıştı. Yahut ne olumlu ne olumsuz gündeme herhangi bir ihtiyaç kalmıştı. Geriye kalan ne varsa dekora ve koreografiye dairdi.

O boşluğu da New York’ta zamanlaması BM Genel Kurulu’na Concordia Zirvesi’nde (kağıt üzerinde Ankara’da mukim) ABD Büyükelçisi Barrack düvel-i muazzama için doldurdu: Erdoğan’ın ihtiyacı meşruiyetti ve ihtiyaç olunan meşruiyet bizzat ABD Başkanı Trump tarafından ona bahşedilecekti. Blair House’ta konaklama, Beyaz Ev’de öğle yemeği derken maksat hasıl oldu.

Ağızdan dolma bir süreç yaklaşımı benimsendi. Önce 150 milyar dolara yaklaşacak 300 uçaklık Boeing siparişi, 50 milyar dolarlık BOTAŞ’ın ABD’den sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) alım anlaşması ve piyasada dolaşan ancak yalanlanmayan yaygın söylentiye göre üzerine eklenen nadir toprak elementleri peşkeşi Trump’ın ayaklarının dibine sunulan armağanlar oldu.

Karşı taraf, yani Trump, herhalde önceden istediğini aldığı ve isteneni de verdiği zannıyla ve egemenlere özgü rahatlıkla, aslında hafiften diplomatik bir çam devirdi. Beyaz Saray’da 2019’dan bu yana (ki o görüşme de halen Trump Oteli’nde sergilenen mahut “ahmak olma” mektubunun hemen ardından gerçekleşmişti) ilk kez yapılacak görüşmeye münhasıran “iş” odaklı bir çerçeve çizdi: Boeing, F-35, F-16 satışları.

Oysa, “cihan lideri” için malûmun böylesine sarahaten ilâmı hiç de makbul addedilemezdi. O içeriğini kendi propaganda ekibinin dilediğince dolduracağı muğlak bir çerçeveyi yeğlerdi. Bir müddet kıvranıldıktan sonra masaya Ortadoğu haritaları yayılarak üzerinde iki ağır sıkletin elde kalem karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağı izlenimini vermeye yönelik bir açıklama yapıldı.

Erdoğan da Fox News kanalına verdiği mülakatta Trump için “Hani yedi ayda yedi savaşı bitirecekti?” yollu yakınınca çam devirmede mütekabiliyet tesis edilmiş oldu. Peşine bu serzenişin sorulduğu ABD Dışişleri Bakanı Rubio “Dışarıda öyle söyleyenler sonra yalvar yakar Beyez Saray’ın kapısında bekleşiyor” anlamında bir yanıt verdi. İletişim Başkanlığı da “Çeviride gereken derinliğin sağlanamadığı” gibi çocuksu bir gerekçeye sığınarak Rubio’nun bu açık seçik aşağılamasına “teknik hata” kılıfı uydurdu.

İşin doğrusu, kuvvetle muhtemelen ne “ABD ile ikili sorunlar gündemi” ne Gazze Erdoğan’ın zihnini zaten bir an bile meşgul etmemişti. Nasıl ki akademik olarak “ontolojik güvenlik kaygısı” veya bize anlatılan şekliyle “beka meselesi” esasen Erdoğan’ın ilelebet başta kalması demekse öyle. Nasıl ki bilgeliklerini bizlerle cömertçe paylaşan kimi uzmanlara göre “Körfez ülkeleriyle bölgesel çıkarların örtüşmesi” denilen esasen seçim zamanları geldiğinde o ülkelerin “kasa rahatlığı sağlaması” demekse öyle.

Koskoca Erdoğan Vaşington’a kadar gidecek de F-35, F-16, Ege, Kıbrıs vb. “beylik” sorunları görüşerek mi değerli zamanını yitirecekti? Bunlar kâtiplerce halledilecek ve herhangi bir aciliyetleri de olmayan ayak işleriydi. Nitekim “diplomat” sözcüğü de “diploma” yani “belge” kökünden türemiştir. Haliyle ticari işler yahut tepelerdeki ikili görüşmelerde “iş bitirmek” usûl ittihaz edilecekti.

Belki bu pragmatik (!) yaklaşımın istisnası Suriye olabilir. O da Suriye dosyasının iç siyasette de iş yapabilecek olması nedeniyledir. Vaşington’dan fişi çekilen SDG’nin ortada kalacak oluşu, Türk, Suriyeli ve ABD özel kuvvetler birimlerinin ortaklaşa IŞİD karşıtı operasyonlar yapmaya başlaması ve Büyükelçi Barrack’ın İstanbul’daki McGurk döneminden kalma Suriye ekibine topluca yol vermesi gibi gelişmeler o yarınların habercisi olabilirdi.

Bununla birlikte endişeniz olmasın, yerli ve milli olmamakla suçlanan, dış politikada “haddinden fazla Batıcı” izlenim vermekle eleştirilen CHP kalacaktır. Oysa, bakınız görevine veda için istihbarat mesleğine başladığı İstanbul’u seçen MI6 şefi Moore “dark web” Rusya ihbar hattının tanıtımını buradan yapar. Trump’ın başmüzakerecileri Barrack ve Witkoff, “İbrahim ve Hakan’ın” 24/7 telefon mesafesinde olduğunu müjdeler. Gazze’ye yardım götüren Sumud filosuna refakat İtalya ve İspanya’dan birer firkateyne emanettir.

Yetmez… Netanyahu Doğu Kudüs çeperlerini de süratle sömürgeleştirme ve Gazze’de kırıma yıkıma emri verirken Erdoğan Trump’ın yanında başköşede yer almaktan ziyadesiyle mutludur. Türkiye NATO müttefiki olduğu için Trump’ın sağında yer almış olabilir ama belki üzerinde kafa yorulması gereken orada başka NATO ülkesi olmamasıdır. Fiiliyatta, “Ortadoğu ülkesi” Türkiye, Ürdün ve Katar monarklarının arasında yerini almıştır.

Toplantı çıkışında Erdoğan meskut kalmayı tercih etse de 21 maddelik ABD planını duyuran aynı Witkoff olur. Acaba “Riviera” havasında sil baştan yaratılacak Yeni Gazze’nin (!) hafriyat ve inşaatı o bildik atmaca müteahhitlere mi ihale edilecektir? Kaynak da muhtemelen Fransa’yla ortak plan BM’de açıklanırken herhalde Trump’tan çekindiği için Macron’un yanına oturamayan MBS’ten sağlanacaktır.

Macron’un önerdiği çok uluslu koruma altına alınacak egemen Filistin Devleti’yle Trump’ın emlâk yatırımı merceğinden gördüğü proje birbirleriyle temelden çelişkili. O zaman sorulması gereken bölgede ve İsrail’de kimin borusunun öteceği, kimden çekinileceği? Pekâlâ, Türkiye kimin ve neyin yanında yer alır: İlkelerin, değerlerin, Filistinli Müslüman kardeşlerinin yanında mı? Yoksa paranın, gücün, Trump’ın yanında mı? Tanık sizlersiniz. Sorunun yanıtını zihinlerinde herkes kendi verebilir.

Şimdi biz fanilere düşen ulusal değerlerimizden Yahya Kemal’in unutulmaz “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirinden belki şu dizeleri terennüm ederek Esenboğa’da Cumhurbaşkanımızın yurda avdetini gözlemek: “Gökte top sesleri bir bir nerelerden geliyor? Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor…”

Cumhuriyetin saygınlığının ayaklar altına alındığı için hayıflanmak mı? İstirham ederim, kendimizi kimseye güldürmeyelim. O yelkenli bu limandan demir alalı ne acıdır ki uzun yıllar oluyor. Al-ver dönemindeyiz artık. Küresel bakımdan da “ticari zihniyetli diplomasi” devri bu. Vaşington’da stratejik müttefik değil devamlı müşteri olmak cihan liderliğinin yolunu açan…

Bir kez daha etimolojiye sığınırsak “dalavere” terimi de gayet Türkçe “ala vere” ile aynı kökten türemiştir. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, Kerkük-Ceyhan boru hattının faaliyete geçmesi, nükleer enerji işbirliği, Boeing’e iki yüzün üzerinde yolcu uçağı siparişi, muhtemelen nadir toprak elementlerinde kapitülasyon benzeri ayrıcalıklar ve BOTAŞ’ın ABD’den LNG alım taahhüdünün bu taraftan sunulanlar olduğu anlaşılıyor.

Karşılığında Blair House’ta konaklama ve Beyaz Ev’de öğle yemeği dahil Büyükelçi Barrack’ın değindiği “meşruiyet” ise kişisel olarak Erdoğan’a, Trump’ın dostluk açıklamalarıyla ve verilen mizansenli resimlerle sunuluyor.

CAATSA yaptırımlarının kalkması, F-35 ve F-16’lar, Halkbank gibi o taraftan bu tarafa beklenen konularda ise henüz ekranda ne ses ne görüntü bulunuyor. Seçime hile karıştırmayı iyi bilmek ”iltifatı” (!) ve Suriye’de Esat’ı deviren olarak üstlenilmesi gereken yükümlülüklerin kameralar önünde canlı yayında doğrudan hatırlatılması da göğüsteki nişanlar. Bu arada, Gazze’den söz edilmediğini eklemeye ise gerek yok. (Emeğe saygı-t24)                                   birhabertv.com.tr/Ankara/26.09.2025

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r